20 Ağustos 2013 Salı

;)))


Milleti ite kaka otobüsten indi. Eylül sıcağında kalabalık halk otobüsünde sentetik gömleği sayesinde iki durak gitmesiyle Volkan Konak seviyesinde terlemişti. Demek iki durak daha gitse İsmail Türüt seviyesine ulaşacaktı. Sırtından süzülen boncukların iç gıcıklayıcı hissiyatıyla birlikte üst geçite yöneldi. Üst geçitten geçerken esen deli rüzgar sayesinde ıslak gömleği ona serinlik yarattı. Bu o gün tadacağı tek haz ve mutluluk anı olacaktı.

İleri derecede terleme vakası (temsili)
Koşar adımlarla sevgilisine gidiyordu. Cep telefonunu çıkartıp sevgilisini aradı. Eve bişey lazım olup olmadığını sormalıydı, çünkü o bir manada evin erkeği sayılırdı. Ve her evcimen Türk erkeği gibi onun hayatındaki en asli görevi eve bişey lazım olma hadisesinin kritik dengelerini sağlamaktı. Hatta bu dengenin dışına çıkıp arada bonus karpuzlar kucaklayıp piyasalara derin bir nefes aldıran, esnafın yüzünü güldüren merkez bankası başkanı açıklaması gibi evine minik esenlikler hediye etmekti.

Sevgilisi açmadı telefonu. Karpuz mu alsam acaba diye düşünürken sevgilisinin mesajı geldi. “duştaydım duymamışım geldin mi?”

Mesaj çok ince bir edebiyat içeriyordu. Soğuk bir tavra sahip olarak değerlendirirse gereksiz kuruntu yapan adam olabilirdi ya da öyle olmadığını, ona öyle geldiğini, günü böyle ufak bir kuruntuyla mahvetmeme mantığıyla hareket ederse de anlayışsız bir öküz olabilirdi. İkisi de şu anda hiç olmak istemeyeceği kimliklerdi.

En iyisi arayayım sesinden anlarım diyerek şark kurnazlığını konuşturdu. Sevgilisi nefesini dışarı hefffssss diye verirken “effenndimm” diye açtı telefonu. Belli ki ski tutmuştu bir sorun vardı ama nasıl, ne vakit, ne ara, neden olabilirdi ki? Gerçekten zerre kadar fikri yoktu bu konuda. “benim karamelli dondurmam napıyormuş bakalımmm ;)))” diye lafa girerken buldu bir anda kendini. Neden böyle iddialı bir giriş yaptığını bilmiyordu, tamamen iç güdüsel bir refleksti bu yaptığı ama iyi bir sonuca da mahal vereceğini hissedemiyordu. Kendisini hiç bir gol olasılığı yaratmayacağını bildiği halde topu forvete doğru diken sağ bek Ptt birinci lig oyuncusu gibi hissediyordu.

“geldin mi” dedi sevgilisi.

Bu sefer sinirlenmişti. Ortada hiç bir sebep yokken kendisine böyle davranmaya hakkı yoktu. Atara atar gidere gider mantalitesi; doğduğu, büyüdüğü ve halen yaşadığı mahallenin DNA’sına iplikçik iplikçik işlediği bir mottoydu. Böyle olmasını istemezdim bebeğim coolluğuyla (coolluğuyla ne iğrenç bir kelime oldu lan)

“Bişey lazım mı diye aramıştım. Geldim evet ama sanırım geri dönmeliyim tavırlarına bakılırsa” dedi. Dedi ve nefesini bir çöl kertenkelesi gibi kontrollü alıp vermeye başladı. Gözleri uzakta bir yerlere bakıyordu, konsantrasyonu tamdı. “Üff saçmalama istiyorsan. Geliyorsan gel işte” diyerek sevgili pandiği basmış oldu resmen.

“Peki” dedi ve kapattı telefonu. Çok hızlı yürümeye başlamıştı. Şu an doğru kararı vermeliydi, peki diyerek joker hakkını kullanmıştı ve çok fazla bir zamanı yoktu. Süre işliyordu bir an önce yol ayrımındaki yönünü seçmeliydi. Sağlam bir sktir çekip geri dönmek istiyordu aslında, ama hızla yürüdüğü taraf nedense sevgilisinin evinin yönüydü.


-devam edecek-



16 Ağustos 2013 Cuma

Tehlikenin farkında mısınız??!!11!

Şirkette çaycısından departman müdürüne, ofis boyundan ekip liderine kadar geniş skalada müritleri bulunan gizli bir cemaat yaşıyor . Bu adamlar gizli öğretilerini bazen bir gazete parçasıyla bazen internet üzerinden ve bazen birbirlerine bir kağıt parçasına yazarak öğrenip, öğreniyorlar. Ama en çok aralarında geliştirdikleri jargonla birbirlerine ayin niteliğinde sohbetlerde bulunuyorlar.


Bu gizli topluluk bir fight club gibi, bir illuminati gibi gizli saklı da yürütmüyor işlerini. Fakat garip olan şey bu adamların birbirlerini mıknatısla çeker gibi şak diye bulması. Biri yurtdışında master yapmış departman müdürü Murat Bey diğeri orta bir terk servis amiri Fuat Abi.

Toplumların afyonu çoktur bilindiği üzere. Kimine göre din, kimine göre futbol, kimine göre televizyon, kimi şu şekil kimi o şekil. Bu adamlar için tek gerçek ve tek hayal aynı çatı altında: BAHİS!!!

Fuat abi gömlek cebinde taşıdığı iddia bülteniyle, Murat Bey bilyonerdeki yüklü sayılabilecek işlem hacimlerine sahip hesabıyla, kimisi yurtdışı sitelerdeki yüksek oranlı sitelerdeki gelinsizidolandirak.net tarzı sitelerdeki paradan çok umut dolu hesaplarıyla bu cemaate haberleri bile olmadan dahil oluveriyorlar.

Tek maçtan yatmış Fuat Abi (Temsili)
Jargon tabii ki çok önemli. Birisi İtalya’nın çalkalandığı iddiasını ortaya atarken, diğeri Brezilyada çok bombalar patlayacağı informasyonunu CIA’den almışçasına savunabiliyor. Bir diğeri bir anda o maça var oynadım banko gelecek diyor. Kulak misafiri olan hanımlar VAR OYNAMAK hakkında kafalarındaki soru işaretlerini gideremiyor. Belki de “Ben var oynamak bahis” şeklinde bir algoritma gibi gelse de kulağa çok daha komplike şeyler bunar hanımlar :/

Ama en güzeli birisi yüksek bir oran tutturduğunda ortaya çıkan tablo. Sanki ikiz çocuğu oldu pezevengin utanamasa tatlı dağıtacak. Herkes sıraya girip tebrik ediyor bir de.

Yakın zamanda bu adamlar bağımsızlığını ilan edip Kıbrısı fethetmeye kalkışabilirler. Yani diyorum ki Kıbrıs sallanacak, çok bombalar patlayacak ayık olun ;)

26 Haziran 2010 Cumartesi

lombolikodelmondo 2

Kalkıp bildiği tek dans figürü olan ellerini iki yana yukarı doğru açıp sonra onları yavaşça öne doğru indirirken kalçasını sallayıp, elleri ortada öne doğru birleşince onları keskin bir hareketle üst üste yerleştirip önce sol sonra sağ omzuna vurabilirdi. Hatta arkadaşlarının yanında sadece iki yana sallansa dünyanın en cool dans eden erkeği gibi de görünebilirdi. Ama kalkmadı.
Kız arada ona doğru bakmaya devam ediyordu. Hafifçe gülümseyip utanarak kafasını çeviriyordu. Kızın bu hareketleri cesaret yerine inanılmaz bir utanç ve heyecan getirmişti. Canı bir şeye çok sıkkın gibi kafasını öne eğdi ve dünyaya kendini kapattığını göstermek istedi.
İstiyordu ki pistte dans eden herkes bir anda dursun, müzik sussun, barmen dahil herkes yanına gelip ne oldu sana desinler. Ve o da mağrur bir halde, " bir şey yok siz eğlenmenize devam edin desin." Evet bunu istiyordu. Ama tabii ki pisttekiler daha çok terlemeye devam etti, müzik daha da hızlandı ve barmen bardakları doldurmaya ve ağzını yayarak sakızını çiğnemeye devam etti.
Dışarı çıktı. Ama çıkarken çok yavaş hareket etti ki onu görmelerini istedi. Hatta çıkana kadar iki defa durdu bir şey unutmuş gibi geriye baktı sonra tekrardan kapıya yöneldi. Ellerini saçına ya da yüzüne götürerek gerginliğini belli etmeyi de ihmal etmedi.
Yazlık diskonun karşı kaldırımında oturdu. Çıkarken büyük bir tavır sergilediğini sanıyordu ama şimdi mallığının farkına vardı. Yazlıklarının yan evinde oturan komşuları ailecek dondurma yiyerek önünden geçiyorlardı. Kara kuru ufak çocukları arkadan geliyordu ve cebindeki çekirdeklerin kabartısı hemen belli oluyordu. Çocuğu yanına çağırdı çekirdek istedi. Küçük çocuk elini cebine sokup baş parmağı malum iki parmağın arasında çıkartarak sırıttı ve annesine doğru koşmaya başladı.
İçeri tekrar girmek istiyordu ama mağrur duruşundan vazgeçemedi. Ayrıca tekrar giriş için kapıdaki esmer adam ondan para isteyebilirdi. Hatta asıl sebep buydu ama mağrur duruş falan diye kendini kandırmak daha güzeldi.
Bir avuç çekirdek için bile yeterince karizma sahibi değildi şu hayatta. En iyisinin eve doğru yürümek olduğuna karar verdi. Ayaklarını sürte sürte eve doğru yürüdü.
Bir hafta sonra ayrılacakları bu yazlık yerden sonra okul açılacak ve bronz olan teniyle denize gidemeyecek durumda olan diğer herkese bariz bir üstünlük sağlayacaktı. Belki de şansını o zaman denemeliydi. Sınıfta beğendiği bir kız vardı, yakınlık gösterdiği başka bir kız vardı, yakınlık göstermesi daha mantıklı olup elinden kaçırmamak için az bir yakınlık gösterdiği başka bir kız daha vardı, bir de ona ilgi gösteren bir kız vardı ama gerçekten konuya bile dahil etmeye değmezdi.
Bunlar aklına gelince inceden bir John Travolta havası yakaladığını düşündü okul hayatında. Aslında John Travolta'dan çok bir Küçük Onur karizmasına sahipti. Yaz başlamadan bir süre aldığı ve devam etmek istediği karate derslerinin de bunda etkisi büyüktü.
En iyisi Galatasaray şortunu giyip yatmak ve yarın denizin güzel vaktini kaçırmamak olduğunu düşünerek eve girdi.

-----

Karşısında dans etmesine ve ona sürekli dönüp gülümseyerek aptal gibi gözükmesine rağmen sürekli suratını çeken bu çocuk ona tüm hareketleriyle yazın başından beri aşırı çekici geliyordu. Bu umursamazlığı ve diğer aptal gençler gibi olmayan sürekli düşünceli tavırları ondaki gizemi katlıyordu. Bir derdi, bir sorunu olmalıydı ve orta okula giden bir kız olarak bunu öğrenip ona yardım etmeyi istemeli ama elinden bir şey gelmediği için sadece üzülmeli ve boynunu büküp onun yanında oturmalıydı. Ancak daha çok istediği bir şey varsa o da bu gizemli çocuğun sevgilisi olmaktı.
Arkadaşlarıyla çeşitli imalarda bulunmuş kendisi de utangaç gülümselerini ona bakış fırlatırken yüzünden eksik etmemişti ama daha fazla ne yapabilirdi ki bir kız olarak? Gidip ondan hoşlandığını söyleyecek kadar aptal değildi çünkü o bir Türk kızıydı.

-----

İçeride yaklaşık 50-60 kişi kadar olmalıydı ve içerisine alkol katarak hazırladığı içecek sayısı bir elin parmaklarını geçmezdi. İlk defa barmenlik yapmaya başladığı bu yazı çok daha farklı hayal etmişti oysa ki. Capri-sun havasında saçma sapan tropikal kokteyller yerine alevli shotlar ve ona "usual please" diye yaklaşan süt gibi ingiliz turistleri hayal etmişti. Yine de bunu bir sıçrama tahtası olarak görüp bütün kıvrak hareketleriyle barmenliğin inceliklerini herkes için sergilemeyi eksik etmiyordu. Seneye kesin bodruma gidecekti.

-----

Burayı açtığında ilk olarak aile gazinosu olarak düşünmüş ama bir anda kendini dans figürlerinin coşkusuna kaptırmış genç nesil yüzünden bir anda diskoya çevirmek zorunda kalmıştı. Yapmak istediği iş mekan işletmekti ama şu anda yaptığı kadar havada kalan bir işletmecilik olamazdı. Bu nesil sadece dans etmek ve terlemek isterken o onların içeceği fiyatta bir tropikal kokteyl hazırlamak için uğraşmış olan bir iş adamıydı. Bunları düşünmeyi bırakıp bir sigara yaktı ve içini çekerek barmenin kıvrak hareketlerini izledi. Bu genç de olmasa yazın hiç tadı çıkmayacaktı.

-----

Annesinden aldığı çekirdeği ufak avcuna sıkı sıkı doldurmuş ve zorla yemeye çalışıyordu. askılı ve üzerinden holdiay sun yazan tişörtünün önü anlaşılmaz bir biçimde ıslanmıştı. Bu ıslaklık yenilen mısırdan akan sular, üzerine içilen suyun üzerine akması ve bolca tükürükle açıklanabilirdi. Oldukça iddialı olan kısa şortunun cebine bir kısmını koyduğu çekirdek dengesini biraz bozsa da ritmini bozmadan yürümeye devam ederken bir anda tanıdık bir ses ona seslendi.

-----

böyle gider....

9 Haziran 2010 Çarşamba

L'ombelico del mondo !

Bir anda herkesin gözleri parlamış ve çoğu tepinerek bazıları da estetik bir biçimde dansını sürdürerek eşlik etmişti çalmaya başlayan şarkıya. Hızlı hızlı yanıp sönen ışıklarda çeşitli şekillerde saniye saniye karelenen toplulukta; kah gözlerini kapayıp kafasını omzuna doğru kırmış ve tek elini havaya kaldırıp bu şarkıyı çok sevdiğini belli eden bir kız, kah dudaklarını büzerek iki kolunu da havada bir oraya bir buraya sallarken kaşlarını da kımıl kımıl oynatan genci görebilirdiniz.
Ama hepsi ortak paydada birleşiyor ve bu çok sevdikleri şarkının sadece üç kelimelik kısmını coşkuyla bağırıyorlardı. Bu konuda da çok çeşitli rivayetler vardı: kimi rombomolikodelkombo derken kimisi haydarindatinakelkondo diyebiliyordu.
disco99ou2.jpg

El değmemiş Anadolu toprağı kadar saf ve bakir beyaz tişörtlerin yanık tenlerle dans ettiği o yılın yazının ortasında dünyanın en büyük eğlencelerinden biri nasıl oluyordu da Erkan Yazlık Sitesinin hemen yanındaki yazlık gece kulübünde gerçekleşebiliyordu. İbiza'da , St. Tropez'de , Ayia Napa'da bu kadar eğlenebileceklerini düşünmüyordu kimselerin.
"Club 007"
Ne kadar aramışlardı acaba bu ismi diye düşünürken dans pistindeki terlemiş arkadaşı yanına zıplaya zıplaya geldi. Bağıra bağıra bir şeyler diyordu ama müzikten hiç bir şey anlaşılmıyordu. Duyamıyorum gibisinden hareketler yaptı ama arkadaşı sarhoş olduğu için bunları bir dans figürü olarak algılamıştı.
Dimes vişne suyunun içine çok gizli bir iksir gibi bir kaç damla tekel votkası damlatılarak hazırlanan vişne-votkalar gizli gizli alınıp içiliyor ve bir tanesiyle gençler kendilerini mental yollardan sarhoş ediyorlardı.
Çok daha pahalı bir içecek olan tropiks vardı. İçinde ananas suyu falan vardı ve biraz daha fazla votka olmalıydı. Hiç biri içmediği için sadece tahmin ediyorlardı ve muzdan sonra bildikleri en tropik meyve olan ananasın kesin içinde bulunduğunu söylüyorlardı.
Bir anda yaz aşkı karşısında dans etmeye başlamıştı. Çok ilginç bir şekilde, okullar kapanıp insanlar kendilerini yazlığa attıkları dönemin o en başlarında bu kıza karşı hiç bir şey hissetmemişti ancak günden güne bronzlaşan kız onun gözünde kleopatra oluvermişti. Çok kararında dans ediyordu kız. Saçlarını hafifçe ve abartmadan savuruyordu. Her hareketinde bir doğallık ve bir ahenk vardı. Kızın hemen sağ tarafında ergen arkadaşlarını gördü. Kız onlar gibi dans etmiyordu kesinlikle. Aslında arkadaşları dans bile etmiyordu. Kollarını birbirlerinin omuzlarına atmış hey hey hey hey diye bağırarak zıplayıp dönüyorlardı ve gerçekten çok fazla terlemişlerdi.
İşte o anda gerçekten dansın ne olduğunu anladı ve dans edebilmesi için zerre yeteneği olmamasına sitem etti. Biraz daha büyüyünce Scent of a Woman filminde Al Pacino'yu ve o ünlü tango sahnesini görünce, prembüleytt diye zarif zarif ortada dolanıp tenine has sabun kokan bayanlarla herkesin önünde ders niteliğinde danslar etmeyi hayal edecekti. Ancak şimdi sadece M. Jackson'ı biliyordu ve Türkiye'de karşısındaki en önemli örnek Hakan Peker'di.

(devam edecek)

12 Mayıs 2010 Çarşamba

Baroş ülen

Geçtiğimiz haftasonu kadim dostum manyak komidin ile yaptığım buluşma öncesinde hummalı bir şekilde onu, evlerinin önündeki bahçede beklemeye koyulmuştum. Havanın güzel ve günlerden cumartesi olmasının sebepleri ile ortalık resmen çocuk kaynıyordu. Biri 9-10 yaşlarında elinde sarı-lacivert renklerde Fenerbahçe topu olan, bir diğeri ise 6-7 yaşlarında üzerinde Fenerbahçe forması olan 2 çocuk, takriben yarım metre yakınıma oturdu. Arada bir bana göz ucu ile bakarak aralarında fısır fısır bir şeyler konuşuyorlardı. Birden kafamı çevirdim ve şu diyalogu başlattım;

çikolata sessiz: fenerli misiniz siz?
fener formalı çocuk: evet
elinde top olan çocuk: evet bak (elindeki topu gostererek)
çs: evet gördüm sarı lacivertten ala top olmaz zaten ( 10 yaşında çocuğa neler diyorum lan ben). siz şimdi feneri tutuyorsunuz ama büyüyünce sizinle çok dalga geçecekler oğlum
etoç: neden ki?
çs: bak fenerbahçe 30 yıldır kupa bile alamıyor, avrupa şampiyonluğu yok, ayrıca şampiyonluk sayısıda galatasarayla eşit ben hep fenerli arkadaşlarımla dalga geçerim
ffç: sen hangi takımlısın?
çs: Galatasaray'lıyım ben
ffç: benim babam fenerbahçeli
çs: babana sor bak iş yerinde kesin onunla dalga geçiyorlardır

Fener formalı çocuk ile gerçekleşen diyalogum süresince yere bakarak derin düşüncelere dalıp gitmiş olan toplu çocuk birden uykudan uyanmışçasına ayağa kalktı. Diğer çocuğa dönerek şu soruyu sordu; ''hadi gel top oynayalım ben Baroş'um sen kimsin?''.
Açıkçası o çocukların ilerde Galatasaray'lı olup olmaması umrumda değil. ''baroş baroş baroş'' diye top süren çocuğa bakarken tek birşey için dua ettim; ''Allah'ım inşallah babasına o soruyu sorar''.

29 Nisan 2010 Perşembe

Bir erkek daha ne isteyebilir ki!

''Ricky Martin ibneymiş lan'' dedi abim sevinçli bir ses tonuyla. O hayatımda az görebileceğim bir sırıtma ile televizyonda haberi dinlerken, ben ise insanların kıskançlık hissine kapıldığımı düşünmemeleri için açıklayamadığım ''var bu Ricky'de bir kunillik'' tezimin doğrulanmasına göğüs kabartıyordum. Erkek tarihinde önemli bir andı bu.


Yorkshire'da olayı kutlayan İngiliz adamları. Kırmızı ile işaretli olan benim.


İyi bir vücut, düzgün yüz hatları (çok fazla düzgün), kıvamında bir ten rengi, dünya üzerinde senin tanımamana rağmen seni tanıyıp hasta olan kızların var olması; bir erkeğin isteyebileceği herşey! Bu özelliklerden hiçbirine sahip olmayan ve ya en fazla birine sahip olan bir erkeğin isteyeceği tek birşey daha vardır; o da bütün özelliklere sahip erkeğin iktidarsız ya da eşcinsel olması! Bence aynı konu bayanlar içinde mevcuttur ki kıskançlık insanoğlunun doğasında var. Fakat dümdüz bir adam olduğum için bayanların hislerini açıklayamıyorum.


Konumuz temalı bir Umut Sarıkaya eseri

11 Nisan 2010 Pazar

Bir bayan kuaförü kadar iddialı olmak!

Erkek kuaförlerinin de zaman zaman fazla atarlı davranıp yaptığı çıkışlar göze çarpsa da çok yüzdeli bir şekilde ucuz bayan kuaförlerinin iddiası söz konusudur.

Bahsetmek istediğim konuyu yaşadığım örnekle anlatırsam daha rahat ederim diye düşünmekteyim. Her gün evime gelirken geçtiğim bir sokakta bir bayan kuaförü var ve ara sokaktaki diğer bayan kuaförleri gibi yakındaki bayanları ve onların tanıdıklarını hedef alarak gerçekten bir portföy spazmı geçirmekte. İş bu kuaförümüz yaptırdığı tabelaya janjanlı ışıkların yanı sıra bir bayan resmi koymuş ki insan İbrahim Tatlıses' in "Mavi mavi" filminde attığı manidar bakışları atıveriyor.

Resmi konulan bayan Elisha Cuthbert!


Şimdi erkek kuaföründe bu olay daha tutarlıdır en azından. Sarı pipi tarifine uyan bir İsveçli gencin altın gibi saçları tabii ki o Aşkın Erkek kuaförünün sahibi Aşkın abinin elinden çıkmadı. Ama en azından Aşkın abi David Beckham resmi koymayıp tanınmamış bir İsveçli olduğu tahmin edilen gencin resmini koydu.

covers your eyes and making you appear messy

İşte bu mütevazi davranışı yüzünden Aşkın abinin temsil ettiği Hair and Style dergisi fanı berber abilerimizi kutluyoruz.
Elisha'yı Giselle'i Adriana'yı ben Bağcılarda, Esenlerde, Gaziosmanpaşada gördüm ya size hiç bir şey demiyorum Gadın Guaförleri.